İDARECİLER İÇİN BİLGİNİN DEĞERİ

    İyi bir kaymakam iyi bir vali olmak isteyen kişi, her zaman öğrenmeye açık olmalıdır. Bu arada iyi lider olmanın yollarını öğrenmeyi de ihmal etmemelidir. Zira her mülkî amir çalıştığı yerde halk ve memurlar nazarında bir liderdir ve bilgili görünmek zorundadır.

    İyi bir yönetici işinde başarılı olabilmesi için zengin bilgi hazinesine sahip olmalıdır. Hangi çağda olursa olsun bugüne kadar yüksek makamlara genellikle bilgili olanların gelebilmiş oldukları da unutulmamalıdır.

    Bilgisiz ve cahil yönetici olmaz, olsa olsa yönetilen olur. Bilgi elde etmek insanın elindedir. Bilgi; eğitim görmek, okumak, incelemek, gezip görmek, olayların içinde bulunmak ve tecrübeli kimseleri dinlemek suretiyle elde edilir. Bir liderin çalışmaları, her türlü sosyal faaliyetleri, hatta çeşitli oyunları ve eğlenceleri bile ona bir şeyler öğretir.

    Merak, araştırma, inceleme, hayal kurma, sakin köşelerde düşüncelere dalma yani tefekkür, hepsi bilgiye ulaşmanın yollarıdır. Geçmiş olayları düşünme, panel ve seminer gibi toplantılara katılma, ikili tartışmalar yapma da insanı bilgi sahibi yapar.

    Devlet adamı kendine gerekli olabilecek her türlü bilgiyi edinmelidir. Fakat burada gerekliliğin sınırı iyi çizilmelidir. Dünyada bilinen her türlü bilgiyi öğrenecek kapasite insanda mevcut değildir. Bütün ilimlerin hepsini elde etmek mümkün olmadığına göre akıllı insanın yapacağı şey kendi işiyle ilgili ve kendine en çok yarayacak olanları seçmesidir.

    Doğu’nun eski filozofları dört şeyin azını az görme demişler: “Biri ateş, biri düşman, üçüncüsü hastalık, dördüncüsü de bilgidir.”

Demek ki bu dört nesne az da olsa hafife alınmamalı, önem verilmelidir. Az bir bilgi dar zamanda insanı büyük sıkıntıdan kurtarır.

    Hint Meliklerinden Lisebetram’ın Ahidnamesi’nde oğluna şöyle tavsiyede bulunduğu anlatılır;

    “Oğlum, lezzetle meşgul olmak istiyorsan, lezzetin âlimlerin sohbetinde bulunmak ve kitaplarını incelemek olsun.”

    Bu konunun devamını Truva Yayınlarından piyasaya çıkmış olan “Liderin Kitabı” (*) isimli kitabımdan özetleyerek anlatmak istiyorum. 

    Önce Türkiye Cumhuriyetinin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk bilgiye nasıl ulaşmış, bunu görelim. Kaynaklarda anlatıldığına göre:

    “Çocukluğunun daha o dönemlerinde yaşıtlarından farklılaşmaya başlayan küçük Mustafa’nın kendine güven, kendi başına karar verebilme gibi daha sonra sıkça kullanacağı yeteneklerine sahip olmaya başladığı görülmektedir. O, ‘Yalnız ve bağımsız bulunmayı çocukluğumdan beri hep yeğlemiş ve sürekli olarak öyle yaşamışımdır’ derken, aslında bir bakıma yukarıda sözü edilen niteliklerini tanımlamıştır.

    Atatürk, askerî bir kariyere başlama kararını yıllar sonra şöyle nakletmiştir; ‘Bize komşu olarak Binbaşı Kadri Bey isminde bir zat oturuyordu. Oğlu Ahmet, askerî rüşdiyeye/orta okula devam ediyor ve mektep elbisesi giyiyordu. Onu gördükçe ben de böyle elbise giymeye hevesleniyordum. Sonra sokaklarda zabitler görüyordum. Bu dereceye vasıl olmak için takip edilmesi lazım gelen yolun, askerî rüşdiyeye girmek olduğunu anlıyordum. O sırada annem Selanik’e gelmişti. Askerî rüşdiyeye girmek istediğimi söyledim. Validem askerlikten ürkmüştü. Asker olmama şiddetle karşı koyuyordu. Kabul imtihanı zamanı ona sezdirmeden kendi kendime askerî rüşdiyeye girerek imtihan verdim. Böylece valideye, anneme karşı bir emrivaki yaptım.’

    Bu meyanda, Mustafa Kemal’in kişiliğinin oluşmasında, sonraki yıllarda anlattığı hatıralarında ‘ciddi, sert adam’ diye hatırladığı matematik öğretmeni Yüzbaşı Mustafa’nın büyük rol oynadığı söylenebilir. Çünkü insan hayatında bu tür desteklerin önemi çok büyüktür.

    Sonraki yıllarda Mustafa Kemal, Manastır Askerî İdadisinde/Lisesinde İttihat ve Terakki’nin ünlü hatibi ve şair Ömer Naci ile tanıştı. O yaşlarda genç ruhların ateşli bir aşkla kapıldıkları edebiyat, şiir ve güzel konuşma heves ve meylini üstün kabiliyeti ile Mustafa Kemal’e aşılayan ve O’nda mevcut aynı kabiliyetlerin gelişmesine ve alevlenmesine yardımcı olan Ömer Naci oldu.

    Mustafa Kemal, idadî sıralarında, arkadaşı Ali Fethi aracılığı ile Rousseau, Voltaire, Auguste Comte ve Montesquieu gibi Fransız filozoflarının eserleriyle tanıştı. İki arkadaş, bu düşünürlerin kendi ülkelerinin sorunlarını ilgilendiren düşünceleri üzerinde tartışmalar yapmaya başladılar. İdadî öğrenciliği esnasında Mustafa Kemal’in ilgi alanına matematik, yabancı dil ve hitabetin yanı sıra tarih ve özellikle Türk Tarihi girdi. Türk sözünden irkilindiği bir dönemde O’nun millî benliğinin oluşmasında etkili olan tarih merakını Kolağası/Yüzbaşı Mehmet Tevfik Bey uyandırmıştı. Yine bu okul sıralarında Mustafa Kemal büyük bir vatan heyecanı da yaşadı.

    1898 yılında Manastır Askerî İdadî’sini başarı ile bitiren Mustafa Kemal hatıralarında, Harp Okulu’nun ilk sınıfında matematik merakının devam etmekle birlikte, gençlik hayallerine kapılıp dersleri ihmal ettiğini, ikinci sınıfta askerlik dersleriyle ilgili olmaya başladığını, teneffüs zamanlarında saat tutarak konuşma talimleri yaptıklarını anlatır.

    Harp Okulu’nun ikinci ve üçüncü sınıflarında derslere daha dikkatle sarılan Mustafa Kemal’in amacı, Erkan-ı Harbiye sınıflarına ayrılmaktı. Yıllar sonra kendisine yöneltilen, ‘Ya kurmay olamasaydınız ne yapardınız’ sorusuna, ‘Olacağıma kesin güvenim vardı. Eğer olamasaydım, ilk fırsatta askerlikten çıkar ve kendime başka bir meslek arardım’ diye cevap vermiştir.”

    Bunlar da Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara eski büyükelçisi General Charles Sherrill’in anlattıkları:

    “Cumhuriyeti ilan edip Çankaya köşküne yerleştikten sonra, köşkün içine bir kütüphane yaptırmıştı. Şimdi, ilk görüşmemizden daha çok kendi çevresini ve yuvasını bulmuşa benziyordu. Çünkü kütüphanesindeydi; ve yaradılış itibariyle daima okumak, tetkik etmek isteyen kimseler için bu, varılacak en mutlu hedeftir. Mustafa Kemal, pek sevdiği kitapları, haritalarıyla çevrelenmiş kütüphanesindeki huzur ve rahatı hiçbir yerde bulamazdı.

    O’na bir yandan yüksek bir kumandan, bir yandan da büyük bir devlet adamı olma imkânını veren zekâ ve mantığı, Mustafa Kemal’i sadece askerî çevrenin faaliyetleri içerisinde bırakmıyordu. Fransızca ve Almanca dillerini öğrenmek için çalışıyordu. Çok okudu… Özellikle Alman ve Fransız yazarlarının eserlerini inceliyordu. Bu tetkikleri O’na, hükûmetler hakkında, derin ve etraflı bilgiler vermişti. Bu suretle kendisi hem asker, hem devlet adamı olarak yetişiyordu.

    Mustafa Kemal bir yandan askerlik diğer yandan hükûmet etme ve idarecilik bilgilerini geliştirmek için mütemadiyen çalışıyordu.

    Mustafa Kemal’in en bilgili olduğu taraflardan birisi de, Türklerin Orta Asya’dan batıya doğru ilerleyişlerini, etnoğrafik haritalar ve belgeler üzerinde takip ve izah etmesidir.

    Gazi, Türklük heyecanı ve davasını isbat için, öğle yemeğinden akşama kadar kütüphanesinde bana, haritalar veya olayların devamını gösteren sayısız kitap ve belgeler göstererek bilgi verirken inandım ki, O’nun kadar vecd ve heyecanla davasına sarılan bir insan tarihte az görülebilir.”

    Atatürk’ün hizmetinde bulunan Cemal Granada, Atatürk’le Vasıf Çınar arasında geçen konuşmayı anlatırken Ondaki okuma alışkanlığını çocuk yaşlarında kazandığını belirtir ve devamla şunları söyler:

    “Boş zamanlarında Atatürk’ün elinden tarihle ilgili kitapların düşmediğini hatırlarım. Bir gün yine Atatürk tarihle ilgili kalın bir kitap okuyordu. Öylesine dalmıştı ki çevresini görecek hâli yoktu. Bir sürü yurt meselesi dururken devlet başkanının kendini tarihe vermesi Vasıf Çınar’ın canını sıkmış olmalı ki Atatürk’e şöyle dediğini duydum; ‘Paşam tarihle uğraşıp kafanı yorma. 19 Mayıs’ta kitap okuyarak mı Samsun’a çıktın.’ Atatürk, Vasıf Çınar’ın bu samimi yakınmasına gülümseyerek şöyle karşılık verir:

    - Ben çocukken fakirdim iki kuruş elime geçince bunun bir kuruşunu kitaba verirdim, eğer böyle olmasaydım bu yaptıklarımın hiçbirini yapamazdım…”

Edinilen her bilgi insanın aklını geliştirir, zihnini açar; üst üste gelen bilgiler düşünceyi kuvvetlendirir ve görüş ufkunu genişletir.

    Lider, yükselen iktidar yolunun her noktasında daha çok bilgiye muhtaçtır. Bunu bilenler onunla üstünlük elde ederler. İnsan zorluklara karşı koyma kuvvetini ancak öğrenme sayesinde elde edebilir.

    Bu konuda bir Azerbaycan atasözünde, “Bileği güçlü olan birini yıkar, bilgisi güçlü olan herkesi yıkar” denmiş.

    İdarede otoritenin kurulması ve insanlara tesir etmenin yolu bilgili olmaktan geçer. Amir makamındaki kişi, daima emrindekilerden daha bilgili olmalıdır. Amire duyulan saygının içinde, makama duyulan saygının yanında onun bilgisine verilen değer de vardır. Başta bulunan, emir verdiklerinden daha az bilgiye sahipse çeşitli konular gündeme geldikçe bu durum ortaya çıkar ve onlara karşı mahcup duruma düşer. Bu yüzden itibarı ve otoritesi de zaafa uğrar.

    Bakınız Osmanlı’nın Sadrazamı/Başbakanı nasıl soru sormuş?

    Nakledildiğine göre; “Bir gün bir adalet toplantısında kâtip bir davayı uzun uzun anlatıp tahlil ettikten sonra Kazasker de hükmünü vermiş. Bunun üzerine bu işlerin acemisi olan yeni Sadrazam Alemdar Mustafa Paşa yanındakilere şöyle demişti:

    - Asıl işi bu küçük efendi görmüş, o büyük efendinin orada işi ne?”

    Otorite önce bilgi ile kurulur. Sağlam otorite kurmuş bir liderin bilgisi otoritesi içinde gizlidir. Bilgi, bizatihi otoritedir.

    Bilgisizlerin kurmaya çalışacakları otorite haşin durmak, despotça tavırlar ve bağırıp çağırmakla olur. Bilgisiz otorite diktatörlüktür.

    Bir amir, emir vereceği zaman bile yerine göre konuyu izah eder ona göre emrini verir. Eğer bilgisi yoksa konuyu nasıl açıklayacak, nasıl emir verecek? Eğer emir alanın sorusuyla karşılaşırsa o zaman ne yapacak? Bilgisiz emir verilmez. Az bilgiyle emir verenin, emri gülünç olur. İdarecilikte karar verme, toplantı, istişare, ceza ve ödül gibi her türlü idare vasıtalarının kullanılmasında bilgi mutlaka gereklidir.

    Bilgisiz irade zayıf kalır. Bilgili irade ise güçlüdür. Bilgi, görünmeyen otorite sağlar.

    Bir Türk atasözü “Boş çuval ayakta durmaz” der. Bir liderin de ayakta durabilmesi bilgi ile dolu olmasına bağlıdır.

    Daha bilgili olan daha az hata yapar.

    Amir olan kişi karşılaştığı çeşitli durumlarda yardımcılarına ve emrindekilere başvurabilir. Bu gereklidir de, ancak amir, önüne gelen önemli önemsiz her konuyu soran, danışan kişi durumuna düşerse, otoritesi zafiyete uğrar. Bu bakımdan amir; sorumlu olduğu sahada ihtisas sahibi olmalı ve bu saha ile yakından ilgili konularda da yeterli bilgiye sahip olmalıdır.

    Bilgisiz karar verilemez. Sadece danışmanların bilgisiyle karar veren işin başında tökezler.

    Bilgili ve tecrübeli yönetici çözülmesi gereken bir problemle karşılaştığında o olayın unsurları önce zihninde canlanır. Sonra bilgi ve tecrübe küpüne girer. Orada muhakeme edilir; bir analize tabi olur. Olayın neden kaynaklandığı, doğrudan ve dolaylı olarak olaya etki eden nedenlerin neler olduğu gibi unsurlar ortaya çıkar. Yöneticinin bilgi küpünde yeterli bilgi yoksa olayın oluş nedenlerini yanlış değerlendirir. Sonra da yanlış sonuca varır.

    Bazı Batılı düşünürler şöyle söylüyor; “Kurnaz insanlar okumayı küçümserler, basit insanlar ona hayran olurlar. Akıllı insanlar ise ondan faydalanırlar.”

    İsa Peygamberden önce 300’lü yılların ilk yarısında yaşamış olan Makedonya İmparatoru Büyük İskender’in karakter ve dehasının nasıl ortaya çıktığını kaynaklardan okuyalım:

    “Makedonya Kralı Filip’in oğluydu. O devrin en büyük devleti ise bugünkü Irak ve civarında kurulmuş bulunan Pers İmparatorluğuydu. Devrin en gelişmiş bu ülkesinden Makedonya’nın merkezine zaman zaman elçiler geldiğinde, küçük çocuk onlardan büyük bir dikkat ve merakla Pers ordusu ile komutanları, kanunlarıyla töreleri, içinde yaşayan kavimlerin teşkilatlarıyla hayatları hakkında çeşitli sorular sorar ve cevapları dinlerdi. O zaman Persler, sonradan Büyük İskender namını alacak bu çocuğun soruları karşısında hayret etmişlerdi.

    Baba Filip, aynı dönemde yaşayan ilk çağın en büyük düşünürü olan Aristoteles’in büyümekte olan oğluna öğretmen olmasını rica ederek sağlamıştı. Fikirleriyle dünyayı fethetmiş olan adam, kılıcıyla dünyanın yarısından fazlasını fethedecek adamı terbiye ediyor ve bu, heyecanlı, azimli çocuğa düşüncelerin kutsallığını, büyüklüğünü, zevk ve sefaya hor bakmayı, şehvet ve eğlencelerden kaçmayı öğreterek, fikir dünyasına genişlik ve derinlik veriyor ve böylece Onun mükemmel bir şekilde yetişmesini sağlıyordu.

    İş görmek hevesi ve şöhret ihtirası ile yanan genç İskender, bilgisini artırmak için Homeros’un tarihini okuyor, binicilik ve silah oyunları konusunda talimler de yaparak kendini yetiştiriyordu. Ayrıca babası Filip Onu tecrübe kazanması için komutan olarak savaşlara gönderiyor, İskender de bu savaşlardan zaferlerle dönüyordu.”

    Her iş için bilgi lazımdır. Bir işe girişmeden önce bilgi edinmeli sonra işe başlanmalıdır. Bilgisizce yapılan işin sonu hayır getirmez.

    Emellere ulaşmak, bilgi edinmek ve kendini yetiştirmekle olur. Fikir sahibi olmak, görüş ileri sürebilmek aydınlanmakla olur. Hiç durma öğren ki bilgin artsın.

    İşler çok, ömür kısa, zaman dar; devlet çarkını bilgiyle döndürecek adamlara ihtiyaç var.

    Osmanlı’nın son Sadrazamlarından Mithat Paşa, “Siyasetin en büyük öğretmeni tarihtir. Hiçbir fert, onun eğitiminden müstağni kalamaz” diyor.

    Bilim adamları insan beyninde milyarlarca hücre olduğunu bunların pek az kısmını kullanabildiğimizi söylemektedirler. Öyleyse daha çok beyin hücresinden istifade edebilmek için daima öğrenmeye çalışmalıyız. Karşılaştığımız her zorlukta ve her engelde yeni bir şeyler öğrenmeli, öğrendiklerimizi başkalarının bilgileri ile birleştirmeli ve böylece artırabilmeliyiz.

    Çok okumak, çok görmek, çok dinlemek, çok tatbik etmek, çok aldatılmak ve çok acı çekmek… Bize çok şey öğretir.

    Bir amirin işiyle ilgi konuları derli toplu olarak bilmesi de önemlidir. Bir insanın her konuda bir şeyler bilmesi bunların da kafasında bölük pörçük bulunması bir işe yaramaz. Bilgiler zihinde düzensiz ve intizamsız bir yığın hâlinde bulunan bir idarecinin birdenbire karşılaştığı zor durumlarda, bu bilgi aşuresinin içinden işine yarayanı çekerek karşılaştığı olaylar arasında bağ kurup doğru kararlara varabilmesi zordur. Olaylar hakkında yorum getirip doğru sonuçlara varmak, böylece kesin ve şaşmaz kararlar vermek, konuların bütünlük içerisinde bilinmesiyle mümkündür.

    Birbiriyle ilgisiz değişik konularda öğrenilen yarım yamalak bilgi yığını sadece ona buna ahkâm kesmek için işe yarar ve mezara kadar kafada taşınan bilgi hamallığından başka bir şey değildir.

    Hâlbuki gerçekten biliyor olmak; yeni fikirler bulmak, onu uygulamak, ondan faydalanmak, insanlığın yararına ondan meyve ve sonuç almak demektir.

    Bir lider için:

    Bilmek; insanı tanımak, toplumu tanımak ve onlarla ilgili doğru kararlara varabilmektir.

    Bilmek; geriyi görmek, anı görmek, ileriye hüküm çıkarmaktır.

    Bilmek; değerli olmak, saygı duyulmak ve büyük adam olmak demektir.

    Bu konuda Konfüçyüs şöyle diyor; “Tabiat eğitimin önüne geçerse, bir dağ adamı yetiştirmiş olursunuz. Eğer eğitim tabiatın önüne geçerse, kâtip yetiştirmiş olursunuz. Tabiat ve eğitim doğru oranlarla harmanlanabilirse ancak o zaman üstün özellikleri olan insanlar yetiştirebilirsiniz.”

    Bilgiyi sevmek gerekir. Her şey sevgi ile başlar. Sevgilisinin peşinden koşan mecnun gibi bilginin peşinden koşmak lazım.

    Maalesef insanlara okumak, bilgi edinmek çok zor gelir. Zira bir kitapçıya gidebilmek, elini cebine atabilmek, alınan kitabı bir köşeye çekilip okuyabilmek insanlar için çok engelli bir iştir. İşte bu engelleri aşabilenlerdir ki, bilginin sonsuz okyanusunda seyahate hak kazanırlar.

    Akılla bilgi elde edilir; bilgiyle iş yapılır, daha çok bilgisi olan daha çok iş yapar.

    Bilgi, insanın değerine değer katar.

    Bilgi, şüpheleri azaltır; fırsatları çoğaltır.

    Tarih otoriteleri tarafından, bilgili olmaları ve insan psikolojisinden çok iyi anlamaları nedeniyle Peygamberler başta olmak üzere tarihe mal olmuş bütün büyük liderler birer psikolog olarak sayılmışlardır. Aslında bu büyük insanların toplum psikolojisini de çok iyi bildiklerini düşünürsek ayrıca sosyolog olarak da kabul etmemiz gerekir.

    Devlet idare sanatı önce bilgiyle öğrenilir; idarenin inceliklerine vâkıf olmak da tecrübe, bilgi ve tefekkürle elde edilir.

    İdarî siyasetin gereklerini yapabilmek, doğru ve mantıklı sonuçlara ulaşabilmek ancak geniş bir bilgi hazinesine sahip olmakla mümkündür.

    Tarihte isim yapmış önemli devlet adamlarının en başta gelen özelliklerinden biri merak ve araştırma timsali olmalarıdır. Kendileri için gerekli her konu üzerinde düşünen, araştıran bu insanlar, gerçeği yakalamada ve ortaya çıkarmada emsallerinden daima üstün olmuşlardır. İşte onların bu özellikleri biz idarecilere ışık tutan en büyük meşale olmalıdır.

    Bilgi güçtür, nüfuzdur, insanı yükselten değerdir.

    Bilgiler zihinde toplanır, lüzumunda söz olarak dışarı çıkar. Yerinde ve zamanında konuşmalar, hikmetli sözler bilgi dağarcığıyla olur.

    Bilgisi olmayan ebleh, ondan bundan duyduğuyla konuşur; bilgisi olan akıllı ise kaynağından…

Akılla bilgi, bilgiyle başarı elde edilir; başarı kazanç demektir; kazanç z

    fer demektir. Bunlar birbirini açan anahtardır.

    Zekâya bilgi lazım; zekânın

    açlığını bilgi ile gider.

    Meraklı, araştıran, ilgili ve bilgili lider, idare araçlarını en verimli şekilde kullanır. İstişare etmeyi, emir vermeyi, halkla ilişkiyi ve karar vermeyi herkesten daha iyi öğrenir ve uygular. Rakiplerine karşı üstünlük sağlayabilen liderler ancak bilgili olanlardır. Bilgi, liderin gücüne güç katar.

    Teknolojik ilerlemenin ve bilgi seviyesinin son derece geliştiği günümüzde, bütün dünyada çok iyi denebilecek idareci bulmak oldukça zordur. Bunun sebebi hâlâ kocaman bir soru işareti olarak gözümüzün önünde durmaktadır.

    Günümüzde bilgi çağının ihtiyaçlarına cevap verebilecek, idarenin bütün inceliklerine vâkıf, sevk ve idareyi iyi bilen, kendini yetiştirmiş devlet adamlarına ihtiyaç var.

    Yüksek bir makama hasbelkader gelen sıradan bir amir, buraya getirilişini kendi bilgi seviyesinin yüksekliğine bağlar. Bu düşüncelerle, tam olarak bilsin veya bilmesin her konuda fikir üretme çabası içine girer. Kendini allâme, karşısındakileri kara cahil yerine koyacak derecede esip savurur. Orada bulunanlar, cahilce yorumları ve fikirlerindeki tutarsızlığı anladıkça onun makamına olan saygılarından dolayı zihinlerinden geçirdikleri alaycı bir sabırla dinlemek zorunda kalırlar.

    Her şeyi biliyorum iddiasında bulunmak çok kötü bir düşüncedir. Esasen bir insanın her şeyi bilmesi mümkün olmadığı hepimizce bilinen bir gerçektir. Doğru olan, bilinmeyen konularla karşılaştığında öğrenmeye çalışmak değil midir?

    İngilizler “Bilginin azı tehlikelidir” demişler. Bilgisiz amir, halkla ilişkiye bile girmekte güçlük çeker. Halkla kendi arasında bağ kurmak isteyen liderler bilgili olmak zorundadır. Liderim diye ortaya çıkan halktan ve seçkinlerden daha bilgili olduğunu ispat etmelidir. Emrindekilerden daha az bilgiye sahip lider mahcup olur; halktan daha az bilgiye sahip lider ise rezil olur.

    Devlet idaresinin üst makamlarını işgal edenler, devlet ve milleti ilgilendiren her türlü dâhili ve harici konulara nezaret edebilmek için yeterli siyasi ve hukukî bilgiye de sahip olmalıdırlar.           

    Bilgisiz ve ahmak amir otorite kuruyorum diye zulmeder; bilgili akıllıların otoriterleri ise kendiliğinden kurulur.

    Bilgi, gizli otoritedir.

    Onları konuşturan koltuklarıdır; ama koltuk akıl vermez bilgiçlik taslatır.

    Bilginin sırrı okumakta saklıdır.

    Zenginin hazinesi para, idarecininki bilgidir.

    Aşa su, işe bilgi gerek.     

    Bilgiyi define arar gibi ara.

    Zekâ, bilgi ister ve bilgiyi artırdıkça güçlenir.

    Çok bilgi, akıllı insanı mütevazi yapar, budalayı ise bilgiç taslağı…

    Kitap, bilen için altından değerlidir; ama bilmeyen için iyi kese kâğıdı olur.

    Bilgiçlik taslamak baldan tatlı, kaydırağa binmekten zevklidir.

 

    Recep Muhlis Gür
Mülkiye Başmüfettişi
    Ocak - 2016 /