TECRÜBE ÜZERİNE

    Siz meraklı maymunun hikâyesini duymuş muydunuz? “Maymunun biri bir ağaca çıkmış, balıkçıların ne yaptıklarına bakıyormuş. Bakmış ki ağları ırmağa atıyorlar, balıklar kendiliklerinden gelip ağlara takılıyor. İşi kolay sanmış; ‘Ben de yaparım!’ demiş.

    Biraz sonra balıkçılar çökütmelerini orada bırakıp kendileri karınlarını doyurmaya gitmişler. Maymun hemen ağaçtan inmiş, balığın nasıl tutulduğunu gördü ya; o da hemen balıkçılığa kalkışmış. Öyledir maymun, insandan ne görse kendi de bir yol dener. Ama ağları bir türlü kullanamamış; suya atmak şöyle dursun, ağlara kendi takılmış, kurtulayım diye çabaladıkça büsbütün dolanmış, boğulacak gibi olmuş. O zaman içinden:

    - Oh olsun bana!’ demiş, balıkçılığı öğrenmeden ne demeye balık tutmaya kalkarım!”

    İşte böyle, bir işi öğrenmeden yapmaya kalkışmak hüsranla sonuçlanır. İdarecilik de böyledir. Yeteri kadar yetişmeden yüksek makama oturan insan işleri eline yüzüne bulaştırır. Kendi emrindeki tecrübeli ve kurnaz elemanların ağlarına dolanıverir.

    Önce yetişeceksin pişeceksin sonra oturmaya teşebbüs edeceksin. Buna “Fırın kapağı gibi pişmek” denir.

    Yetişmeden yüksek makama oturmaya heveslenen o kadar çok insan var ki…

    Liderin Kitabı isimli eserimde tecrübeyi şöyle tarif etmişim: “Tecrübe; deneme, sınama, görmüş geçirmişlik demektir. Belirli bir süre yöneticilik yapan kişinin, insan ilişkilerinde ve buna bağlı olarak olayların gelişmesinde yaşadığı durumlar, karşılaştığı iyi ve kötü olaylar zihninde yer eder. Bunlar beyinde tecrübe çentikleri oluşturur. İnsan ne kadar çok yöneticilik yaparsa tecrübeye dayanan bilgi birikimi de o kadar çok olur. Yöneticilik ne kadar uzun olursa insanları ve toplumu tanıma, olaylardan hüküm çıkarma konusunda kabiliyet de o nispette artar. Belirli bir süre amirlik yapan ve bu suretle insanlarla haşır neşir olan kişi sonunda bir meleke kazanır.”

    Acemi ve yeterli tecrübesi olmayan pilotlara yolcu uçaklarında kaptanlık yaptırmazlar. Nedeni basittir; o kadar insanı gökyüzünde götüren insan acemi ise yapacağı bir hatanın sonucu felaket olur. Aynı düşünce yüksek makamlar için de geçerli olmalıdır.

    Siz yüksek makama oturmuş çaylak bir amirin yapacağı hatanın sonuçlarının yolcu uçağı pilotunkinden az mı olacağını sanıyorsunuz? Hayır öyle değil, bilin ki daha fazla olur. Acıdır istenmez ama bir uçak düşerse nihayet içindeki insanlar ölür. Fakat acemi iş bilmez bir yüksek makam sahibi işleri karıştırır, insanları birbirine düşman eder de yıllar süren acılara sebep olur.

    Akıl gerekli, bilgi de gerekli ama ne kadar zeki ve ne kadar bilgili olursa olsun hiçbir mevkide amirlik yapmamış bir insanın tecrübe birikiminin değeri sıfıra yakındır. Çünkü insan yönetme sanatında tecrübenin ağırlığı tahmin edilenden çok fazladır.

    Emir nasıl verilir, karar nasıl alınır, otorite nasıl kurulur, idareye nasıl hâkim olunur, işler nasıl yapılır? Yeterli tecrübe olmadan bunların tam olarak anlamak mümkün değildir.

    Tecrübe ikinci akıldır.

    Bütün bunlar düşünülerek bilhassa yüksek makamlara getirilecek olanlarda kendi işiyle ilgili yeterli tecrübe aranmalıdır. Makam tatlıdır, insanlar yetişmeyi falan düşünürler mi? Meraklı maymun gibi hemen atlamak isterler. Bunu düşünecek olanlar makam tevdi edenlerdir.

    Bu konunun devamını Truva Yayınlarından yeni piyasaya çıkmış olan “Liderin Kitabı” isimli kitabımdan özetleyerek anlatmak istiyorum.

    Makam yükseldikçe lazım olacak tecrübenin oranı artar. Alt makamlar daha az tecrübe gerektirebilir. Tepe noktada yani Liderlik konumundaki makamlarda, tecrübenin ağırlığı yüzde seksenden fazladır. Yeterli akıl, bilgi ve diğerleri yüzde yirminin içinde kalır.

    Tecrübe daima seneleri takip ederek büyür ve yuvarlanan kartopu gibi sona yaklaştıkça büyümenin oranı artar. Başka ifadeyle, tecrübenin artış yüzdesi, çalışılan yılların sayısıyla doğru orantılıdır.

    İnsanlar hayatta nasıl ki büyüyüp yaşlandıkça daha olgun olurlar, işte idarecilikteki tecrübenin sırrı da çok çalışıp zamanla elde edilen gelişmede saklıdır.

    Eski Yunan Filozofu Eflatun, tecrübenin değerini güzel bir mantık silsilesiyle şöyle açıklıyor:

    - Bir ressam hem gemi, hem de dizginleri çizer.

    - Ama aslında gemi ve dizginleri yapan, ayakkabıcı ve nalbanttır.

    - Peki ressam, dizginlerin ve gemin nasıl olması gerektiğini gerçekten bilir mi? Yoksa bunu ayakkabıcı ve nalbant dahi bilmez de sadece bunu kullanacak olan binici mi bilir?

    - En doğrusu bu; binici bilir.

    - Öyleyse herhangi bir aracı kullanan kişi, bu araç gerece dair en fazla tecrübeye sahip olan kişidir.”

    İdarecilikte çok tecrübeli olmak için, insanın zorluklar içerisinde yaşaması ve olayların içinde yoğrulması gerekiyor. İnsanların önceden kestirilemeyen tutum ve davranışları, bize acı veren olaylar, yaşadığımız hayal kırıklıkları, ümitle korku arasında gidip gelmeler, mutluluk ve kahroluşun yan yana yaşanması, insanoğlunu törpüler törpüler, sonunda olgun hâle getirir. Sonuçta her insan kendi anlayış ve kabiliyeti nispetinde tecrübe sahibi olur; ve nihayet durum Mevlâna’nın dediğine gelir, “İlim öğrenmenin yolu sözdür; meslek öğrenmenin yolu iştir.”

    Yaşanan acılar, akıllılar için tecrübedir; aptallar içinse diş ağrısı. Liderlik halkasına dâhil olmaya hak kazananlar ateş çemberi imtihanını geçebilenlerdir.

    Yaşanan tecrübeler akıl binasının kolonlarıdır.

    Goethe, “Acı çekerek çok şey öğreniyorum” diyor. Ne kadar güzel söylemiş. Hepimiz için de öyle değil mi?

    Acılar, uyuyan beyin damarlarını harekete geçiren cereyandır.

    Akıllı olan tecrübelerden ibret alır.

    İşlenmemiş odundan baston; ezilmemiş adamdan başkan olmaz.

    Çalışkan milletlerden olan Almanlar, “Hiçbir işin ustası, gökten zembille inmemiştir” diyorlar. Devlet işleri öyle dışardan göründüğü gibi kolay değildir. Devlet adamlığı vasfına erişebilmek; uzun müddet devlet hizmetinde bulunmak ve devlet işlerinin sırlarına vâkıf olmakla mümkündür. Görmeden, tatbik etmeden, “Ben olsam şöyle yapardım, böyle yapardım” demekle hemen yapılıvereceğini zannetmek saflıktır. Devlette yüksek bir makama gelebilmek; ancak devletin her türlü iç ve dış siyasetine vâkıf olmak, yıllarca önemli işler içinde bulunmak ve tecrübeli devlet adamları ile birlikte çalışmış olmakla mümkündür. Kısa zamanda tepeye oturmak için çabalayanlar tecrübenin ne işe yaradığını bilmeyenlerdir.

    Bunun için Hazreti Ali, “Yüksek yerlere büyük yorgunluklarla ulaşılır” demiş.

    Ey yükselmek isteyen kişi!

    Ebeveyn ellerinde saraylarda büyümüş bir insanla, ülkeler gezmiş, şehir şehir dolaşmış, havanın sıcağını soğuğunu tatmış, insanın iyisini kötüsünü tanımış insan bir olur mu?

    Güç bakımından, serada yetişen naneyle, ırmak kenarında yetişen nane bir olur mu?

    Hayvanat bahçesindeki kaplanla, ormanda yaşayan kaplan bir olur mu?

    On koyun kesmiş kasapla bin koyun kesmiş kasap bir olur mu?

    Yontulmamış odunla işlenmiş baston bir olur mu?

    Ve;

    Güngörmüş kurtlaşmış pirle, acemi çaylak bir olur mu?

    Ateşin kadehe şekil verdiği gibi, tecrübeler de ham beyinleri işe yarar hâle getirir.

    Bilgiyle iş yapılır, tecrübe kazanılır; sonra tecrübe bilgi doğurur.

    Anlayan dinleyince öğrenir; ama anlamayan başına gelince...

    Bakan görür, okuyan öğrenir, yaşayan anlar.

    Sevgili kardeşim!

    Bakıcıların ellerinde büyümek, özel eğiticilerden ders almak, eğlencelerde, kokteyllerde gönül eğlendirmek, asfalt yolun dışına çıkmamak, tecrübe kazanmak değildir.

    Akıllı olmak, başkalarının fikirleriyle avunmak, tasarlamak, hayal etmek, denemeden görüş sahibi olmak, tecrübe kazanmak değildir.

    Halktan ve memurlardan uzak olmak, saraylarda villalarda yaşamak, beş yıldızlı otellerde gün geçirmek, tecrübe kazanmak değildir.

    Sadece okuyup bilgi edinmek, olayları uzaktan seyretmek, en tepede oturup ahkâm kesmek, tecrübe kazanmak değildir.

    Tecrübe kazanmak;

    Çeşit çeşit olaylar yaşamak, onlardan ders almak, tekrar yeni olaylara dalmak ve eskilerden alınan dersleri yenilere uygulamaktır.

    Tecrübe kazanmak;

    İşlerin ortasında bulunmak, gün görmek günler görmek, keder görmek, acı çekmek, feleğin çemberinden geçmektir.

    Tecrübe kazanmak:

    Dostluğun en güzelini, düşmanlığın en adisini görmek; yardımseverliğin en iyisini, kalleşliğin en kötüsünü görmektir.

    Tecrübe kazanmak;

    Zorlukların acılarını yaşamak, olayların fırtınalarıyla savrulmak, gerçekleri görmek ve tatbik etmektir.

    İşte tecrübe böyle kazanılır.

    “Bakmakla usta olunsa, köpekler kasap olurdu” der bir Türk atasözü. Uzaktan bakmakla, okumakla, dinlemekle usta olunmaz. Marangozluk, terzilik ve sair mesleği yapabilmek ömrün çoğunu o işte geçirmekle mümkün değil midir? O hâlde aynı düşünce idarecilik için de geçerlidir.

    Marangozun en iyisi çırak, kalfa değil usta olandır. İdarecinin en iyisi de ustalık mertebesine erişendir.

    Tecrübeyi koltukta öğrenirsin.

    Bu konuda kaynaklarda Napolyon’la ilgili bakın neler anlatılıyor:

    “Büyük bir topu tasarlamakta, bunu dökmekte, her vidasını yerleştirmekte ve cephane arabalarının her tekerleği ve her şaftını tamir etmekte becerikliydi. Bir süvari birliğinde her atın ne zaman yeniden nallanması gerektiğini ve bunun kaça mal olacağını; ve bir sahra fırınının günde kaç somun çıkarabileceğini biliyordu. Bu geniş bilgi onun hâkimiyetinin sırlarından birisiydi ve aralıksız denetimiyle astlarını hem barış hem de savaş zamanında tahrik ve baskı ile gayrete gelmelerini sağlıyor; şefin her konudaki istihbaratı karşısında saygılarını uyandırıyor; ve askerî fikirlerinin tam olarak uygulanmasını sağlıyordu.”

    Kendisi de, “Savaşın bilmediğim hiçbir tarafı yok. Mesela, barut imal edecek kimse olmasa ben yapabilirim. Topların dayanağı kırılsa, imal edebilirim. Namluları eritmek gerekse, eritirim. Silahların kullanılmasını en ince ayrıntılarına kadar öğretebilirim. Devlet idaresinde, bildiğiniz gibi maliyeyi ben düzelttim; birtakım kuralları da, ihlalleri de bilmek gerek” diyor.

    Tatbik etmeden görüş sahibi olmak, anlamadan bilmeden konuşmak insanlara kolay gelir. Bazıları oturur başka kurumların işlerinin bozukluğundan, o işin nasıl yapılması gerektiğinden türlü izahlar getirerek dem vurur. Hâlbuki kendi işinin aslını esasını bilmez, bildiğini zannettiği için de öğrenmek için hiçbir çaba sarfetmez. İşlerini de kulaktan dolma bilgiyle kara düzen yürütür gider.

    Çiçero ne güzel söylemiş; “En büyük devletler, gençler tarafından yıkıma sürüklenmiş, ihtiyarlar tarafından da kurtarılmış ve kalkındırılmıştır.”

    Muğla’nın Ortaca ilçesinde Kaymakamlık yaptığım günlerde hem meraklı olduğum hem de iş geriliminden kurtulmak için arkadaşlarımla birlikte zaman zaman balık tutmaya giderdim. Akdeniz’in şirin Göcek koyuna avlanmaya gittiğimizde, yıllarca balıkçılık yapmış yaşlı bir zatın motorlu kayığına biner, kendisiyle birlikte balığa çıkardık. İhtiyar balıkçı, geniş koyda denize açıldığımızda öyle mevkilerde dururdu ki buralardan oltalarımız hiçbir zaman boş çıkmazdı.

    Kendisi aynı koyda yıllarca avlandığı için, hangi cins balığın, hangi saatlerde, hangi mevkilerde ve ne kadar derinlikte olduğunu gayet iyi bilir, gözüyle koyun kıvrımlarına bakar, denizde durmamız gereken mesafeyi ayarlar ve ‘Oltalarımızı burada atalım’ derdi.

    İşte denizin üstünde gezerken denizin derinliklerinde gezen balıkları bilmek ancak böyle yılların tecrübesiyle olabiliyor.

    Bir işin aslına, temeline vâkıf olmak için, uzun süre o işin içinde bulunmak, işleri işlemleri incelemek, tatbik etmek, onun bütün inceliklerini ve sırlarını öğrenmek icabeder. Konuları üstün körü incelemek, işlerin kenarından geçmek, anlamak ve bilmek için yeterli değildir. İdarecilikte tecrübe çok şey ifade eder; tecrübe olmadan mükemmel iş yapılamaz.

    İyi bir idareci olmak için, idare çarkının içinde yuvarlanmak, onun kolay tarafları ile birlikte bütün zorluklarını bizzat yaşamak icabeder. Bakmayan görmez, tatmayan bilmez, yaşamayan anlamaz.

    Tecrübe öyle bir ilimdir ki yaşayarak öğrenildiği için yıllar geçse de izleri silinmez. Zira onun izleri sadece akıllara değil, kalbe, ruha, sinirlere hatta iliklere kadar işler. İşte bu nedenle tecrübe okumakla, dinlemekle öğrenilmez diyoruz.

    İçine girmeden anlayamazsın.

    Tecrübesiz insanın işlerinde göstereceği çalışma arzusu, gayret ve heyecanı neticesiz kalmaya mahkûmdur. Bilgisi görgüsü sınırlı insan başarılı olamaz.

    Acemi çaylağın bakıp göremediğini, eski kurt gözü kapalı görür.

    Elde edilen başarılar, mutlu günler, bunların yanında yaşanılan felaketler, çekilen acılar, sonraki yıllarda bize rehber olur. Ve böylece yılların tecrübesi bize eşsiz bir yardımda bulunur.

    Başarıyı getiren kuru akıl değil pişkin zekâdır.

    Kabiliyetler ancak tatbikatla ortaya çıkarılır ve geliştirilir. Uygulama anında huylar sınava tabi olurlar. Azim, sebat, sabır gibi karakter özellikleri hem denenir hem geliştirilir. İradenin kazanılması ve alışkanlıkların artırılması örnek olma, tatbik etme ile olur. Hele usta çırak ilişkisi ile öğrenme en kalıcısıdır.

    Yaşanan tecrübeler bir idarecinin geleceği görmesinde projektör görevi yapar; daha çok tecrübesi olan önünü daha çok görür.

    Bir tecrübeli bin acemiye bedeldir.

    Tecrübenin her türlüsünü yaşamış dâhi Liderler, karşılaştıkları her olaydan bir şeyler öğrenebilme, en kötü olayları gerçek anlamlarıyla görebilme, yeni fikirleri dikkatli bir şekilde eski olaylara bağlama ve bütün bunları siyasi etki alanları içinde değerlendirebilme yönünden eşsiz bir kabiliyet ve zekâya sahip olurlar.

    Tecrübe çok olay yaşamak değil, olaylardan hisse kapmaktır.

    Daha çok iş gören daha çok tecrübeli olur. Daha çok tecrübeye sahip olan sonu daha iyi görür. Sonu daha iyi gören de daha başarılı olur.

     Bu konuyu, Liderin Kitabı’nın Tecrübe bölümünün sonuna yazdığım veciz sözlerimden bir kısmını buraya alarak bitirmek istiyorum:

    İlk akıl saf madene benzer, tecrübeler onu işler ve işe yarar hâle getirir.

    Bilgiyle karışmış tecrübenin hamuru aklın en güzel gıdası olur.

    Tecrübe, ne doğuştan vardır ne parayla alınır, sadece yaşanarak kazanılır.

    Bilgi, tecrübenin de çocuğudur.

    Bir ölçek akıl, bir ölçek bilgi ama beş ölçek tecrübe.

    Acemi çaylak en başa geçerse, altına da güdebileceği kendi gibi çaylakları getirir. Ve böylece bu çaylaklar topluluğu hep birlikte bataklığa doğru uçarlar.

    Makama asansör gibi dikine çıkanın inişi, ipleri kopan asansöre benzer.

    Zirveye sağlam adımlarla çıkanı zor indirirler.

    Acemi idareci ilk defa bisiklete binen insana benzer dengeyi tutturana kadar sağa sola çarpar durur.

    Çiçeği burnunda acemi, sora sora gitmeli.

    Başında torbası eksik acemi fodul, eline yüzüne bulaştıran işte budur.

    Tecrübeli emrindekileri oynatır; acemiyi emrindekiler oynatır.

    Aceminin yaptığı Liderlikle usta olanın yaptığı Liderliğin farkı, çırağın yaptığı tıraşla ustanın yaptığı tıraşın farkı gibidir.

    Okumakla idareci olunsa, spikerler Lider olurdu.

    Yaşlanmış siyasetçide yıllanmış çıfıt aklı olur.

    Hallaç, pamuk ata ata usta olur; Lider kazık yiye yiye...

    İşe usta, ustaya tecrübe gerek.

    Çaylak, tilkiye, “Bana biraz kurnazlık öğretsene” demiş. Tilki, “Peşimden gel” demiş.

    Akıllı, kıssayı ders anlar; aptal, yaşadığını ters anlar.

    Tecrübelinin konuşması derstir; aceminin tezi masal.

    Tecrübelinin yorumu ilaçtır; aceminin tezi karın ağrısı.

    Tecrübelinin yaşadıkları reçetedir; aceminin bildikleri hikâye.

    Koyma akıl kâr etmez; bırak ki kendi görsün.

    Acemi, peşin hükümlü olur; burnu sürtüldükçe hükmü geriye kalır.

    Ayağı yürüten baştır; başı baş yapan yaştır.

    Adam olması için dokuz fırın ekmek ister; ama o hemen başa geçmek ister.

    Acemi; birlikte çalıştığı adamı tanımaz; usta, gördüğü adamı gözünden tanır.

    Acemi, okuduğu yazıyı anlamaz; usta, yazıyı getirenden içini anlar.

    Acemi, kolay bir işte okkanın altına girer; usta, zor işin altından girer üstünden çıkar.

    Acemi, oku atamaz sağa sola bakar durur; usta, pireyi gözünden çakalı dizinden vurur.

    İşleri yoluna koyar usta kişi; yolunca gideni bozmak aceminin işi.

    Acemi çaylak bakarkör olur; eski kurt önüne bakarken arkasını görür.

    İdmanlı olur eski tüfek; acemiye tecrübe gerek.

    Külyutmaz olur emektar tilki; hemen oyuna gelir acemi, bil ki.

    İşinin piridir eski toprak; kalın kafalı olur acemi torlak.

    Tecrübeli, işinin ustası; acemi, mezarlık postası.

    Tepeden inme, anlamaz işten güçten; adım adım çıkan, anlar her işten.

    Çabuk parlayan çabuk söner; tüyleri yolunmuş tavuğa döner.

    Aklı başa getiren yaştır; gencin işi baştan yaştır.

    Demir leblebiye benzer tecrübeli; ama kartondan heykeldir acemi.

    Ayak pabuç ile yürür; işler tecrübe ile...

    “Zaman en güzel öğretmendir” derler ama öğretmeni dinleyene tabii.

    Düşte görüp yapma; “Düş de gör” öyle yap.

    Dost kazığı yemeyen tecrübe kazandım demesin.

    Tecrübeyi yaşlı kurttan öğren.

    Bir yaşlı kurt bir de kurnaz tilkiyle arkadaşlık et.

    Öğrenmek istiyorsan, tecrübe deposu, ustalık piri olmuş adamın yanına git.

    Kocamış tilki faka basmaz; tecrübeli insan her lafa kulak asmaz.

    Pirincin pişeni pilav, idarecinin pişeni Lider olur.

    Çırak pişerse usta; idareci pişerse Lider olur.

    Sıkışan pekişir, pekişen her işe yetişir.

    Aşk söyletir; iş öğretir.

    Sanatı tezgâhta, idareciliği koltukta öğren.

    Keder gör, dert içinde kıvran, feleğin çemberinden geç ki adam olasın; insanı tanı, dünyayı gör, idarenin içinde yuvarlan ki Lider olasın.

_______________________
Liderin Kitabı: Recep Muhlis Gür, Truva Yayınları / İstanbul – 2014

Recep Muhlis GÜR
Mülkiye Başmüfettişi
9 Ekim 2016 - ANKARA