LİDERLERE ALTIN NASİHATLER

    Konuya kaynaklarda Osmanlı Padişahlarından Sultan Mahmut’la ilgili anlatılan bir olayı naklederek başlayalım:

    “Sultan Mahmut bir gün yine tebdil, yani kılığını değiştirmiş olarak, musahibi/sohbet arkadaşı Sait Efendi ile birlikte, bir kira kayığında, Eyüp’e gidiyordu. Dedi ki:

    - Sait… Bana bir hikâye anlat ki, yalan olsun, aslı faslı olmasın, amma ben onu doğru imiş gibi dinleyeyim…

    Sait Efendi dedi ki:

    - Efendimiz… Evvela müsaade ederseniz zat-ı şahanelerine arz etmek istediğim hakiki bir vakayı arzedeyim, sonra zaman kalırsa, aslı faslı olmayan, amma sizin doğru imiş gibi dinleyeceğiniz bir hikâye arz edeyim.

    Padişah evet deyince, devrin meşhur zenginlerinden Veli Efendi Zadenin çocuklarının sünnet düğününü öylesine anlatmaya başladı ki, Padişah Eyüp iskelesine gelinceye kadar anlatılanları alâka ile dinledi, fakat kayık Eyüp iskelesine yanaşırken aklı başına geldi:

    - Amma Sait, dedi. Sen bana bir de aslı faslı olmayan, fakat benim doğru imiş gibi dinleyeceğim bir hikâye anlatacaktın…

    Sait Efendi güldü:

    - Efendimiz… Benim bu anlattığımın da aslı faslı yoktu. Çünkü Veli Efendi Zade’nin oğlu yoktur ki sünnet düğünü yapsın… İşte zat-ı şahaneleri, her gün vezir vüzeranızın aslı faslı olmayan maruzatını böyle çocuksuzların sünnet düğünü gibi dinler de mülkü idare edersiniz!”

    İşte böyle sevgili okuyucular, devlet adamları bazen lüzumsuz konuları da dinlemek zorunda kalırlar. Fakat idarede önemli olan şey, bize anlatılanı değil o an için doğru olanı yapabilmektir.

    Şimdi, Truva Yayınlarından ikinci baskısı yapılan “LİDERİN KİTABI” (*) isimli eserimde yazdığım, başta idareciler olmak üzere herkese faydalı olabilecek veciz sözlerimden bazılarını buraya alıyorum:

    Üstün olmanın, emreden olmanın ve bu şekilde güç ve iktidar sahibi olmanın cazibesi çok büyüktür. Tepede oturmak, güç ve imtiyaz sahibi olmak düşmanlıkları davet eder. Bu sebeple insanlar tepelerinde olana karşı gizli bir kıskançlık duygusu taşırlar. Emir almak, idare edilen olmak, ona buna saygı göstermek, hâsılı güdülen olmak insanlara zor gelir. İşte idare edenin zorluğu burada başlar. İnsanlardan görülen itirazlar, nankörlükler, kahredici vefasızlıklar, kalleşlik ve ihanetler başta bulunanın ruh kimyasını bozar.

    Bir lider, amaç ve hayallerine ulaşmada, kalbinde taşıdığı başarma arzusu ve beşeri mutlulukla, karşılıklı etkileşimler sonucu yaşadığı hayal kırıklıkları, yılgınlık ve ümitsizlik arasında ruhî mücadele verir.

    İdare eden olmak daha zevklidir; ama idare edilen olmaktan daha zordur. İdareciliğin arzu edilmesinin sebebi, hükmetme duygusunun verdiği hazzın zorlukların sıkıntısını ortadan kaldırmasındandır.

    Amaçları gerçekleştirebilmek için insanları yönlendirmek zannedildiği kadar kolay değildir. Bin bir türlü zorluğa göğüs germek, dengeleri gözetmek ve bu arada işleri yürütmek, yaradılıştan gelen kabiliyet ve sonradan kazanılmış fevkalade maharete bağlıdır.

    Bir devleti idare etmek çok çeşitli zorluklarla mücadele etmeyi gerektirir. Birtakım genel kurallara dayanarak devlet idaresinin yürütüleceğini zannetmek safça bir düşünüş tarzıdır. Bir devlet idaresinde, emrindeki insanları idare etmenin zorluğu yanında idareye öyle tesir eden iç ve dış unsurlar vardır ki bunların her birini hesaba katmadan işleri yürütmek mümkün değildir. Bu hâlde bir lider, değişik yönden esen fırtınaların tam ortasında ve aynı zamanda bir yer sarsıntısının üzerinde duran bir adam gibidir. Her yönden gelen düşmanlık oklarına karşı gelebilmek, dengeleri bozmadan ayakta durabilmek ve bu arada mesafe alabilmek, normal bir beşerin fevkalade üstünde bir akıl, bir kabiliyet ve dayanma gücü ister. İşte bu düşünceyle ‘Lider anadan doğar’ diyenler vardır.

    Hükmetme ve büyük olma arzusunun şiddeti insanlara idareciliğin zorluğunu düşündürmez. Onlar hemen tepeye oturuvermekle ne güzel idare edeceklerini düşünürler. İnsanlar mesela kara kuşağı beline sarmakla usta bir judocu olunamayacağını yahut boks eldivenlerini giymekle usta bir boksör olunamayacağını bilirler de en tepedeki koltuğa oturuvermekle hemen idareci olunamayacağını düşünemezler.

    Sevk ve idare sanatında sırf teori tecrübeyle mukayese edilirse, bunu yemeğe benzetebiliriz, tecrübe yemeğin ana maddelerini oluştururken teori ona katılan baharat mesabesinde kalır.

    Bir idarecinin sevk ve idare esnasında takip edeceği usül ne çok sert olmalı ne de lüzumundan fazla gevşek. Başka deyişle, tam sert askerî idare ile gevşek sivil idarenin ortası bir durum... Ancak bu, cetvelle çizilerek ayırılmış bir orta değildir. Duruma göre bazen sertleşen bazen yumuşayan bir idare tarzıdır. Yani zaman zaman askerî disipline zaman zaman da sivil gevşekliğe kayan bir idare.

    Tam sert idarede sonuca çabuk gidilir ama fikir üretimi ve teşebbüs gücü zayıflar. Bu usülde emir komuta zinciri ilişkisi ile işler daha çabuk biter. Ve bu tam amirin istediği gibi bir sonuçtur. Fakat onda maiyetin katkısı yoktur. Bilhassa ürün alınacak işlerde bu usül işe yaramaz.

    Gevşek sivil idarede ise ne çabuk sonuca gidilir ne doğru dürüst sonuç alınır. O hâlde hikmet, insanların fikirlerinden ve kabiliyetlerinden daha çok istifadeyi sağlayacak olan yerine göre sertleşen fakat yerine göre yumuşayan tatlı sert bir idare tarzını benimsemededir.

    Sevk ve idare tekniğinde uygulanacak en doğru yol; yönlendirmeyi, insan için bir küçümseme, bir kötüleme yahut bir zorbalık vasıtası yapmaktan ziyade, işleri yürütmeyi, pratik ve işe yarar sonuçlar elde etmeyi temin eden bir makine hâline getirmektir.

    Emrindekiler sana, ne korkusuzca bağlansınlar ne körü körüne saygıyla… Korkuyla karışık saygı en idealidir.

    Zamanımızın insanları daha bilgili değil daha bilgiçtir. Kimse aklının erip ermediğine, bilgisinin yetip yetmediğine bakmaz her şeyi bildiğini zanneder. Bir idarecinin böyle insan malzemesine emir komuta etmesi eskisinden çok daha zordur; onları ikna etmek, iş yaptırabilmek büyük bir maharet ve bir o kadar da sabır ister.

    Otorite kurmada, karakterin payı yüzde seksenden fazladır.

    Çalıştığın yerde otoriteni sağlam kur, idari istikrarı sağla, kargaşa enkazının altında kalma.

    Bir devleti idare etmek öyle kolay değildir. Dışı seni yakar içi beni misali bu işin bin bir türlü zorluğu vardır; mevzuatın çokluğu ve anlaşılması güç karışıklığı, insanlara iş yaptırabilmenin zorluğu, imkânların yeterli olmayışı, insanların bitmeyen istekleri, kimseyi memnun edememenin üzüntüsü, dengeyi tutturabilmenin sıkıntısı, tenkit ve iftira oklarının acısı, felaketlerin kahredici ıstırabı… Bütün bunlar senin önünde bir heyulâ gibi durur.

    İnsanları ikna etmek, kendi düşüncemize çekmek bir sanattır ki buna inandırma sanatı diyebiliriz.

    İdare çarkını iyi döndürmek; toplantı, ceza, ödül gibi bütün idare vasıtalarının yerinde ve zamanında kullanılmasına bağlıdır.

    İdare sanatında, işleri döküp saçarak değil derleyip toplayarak, kalpleri kırarak değil kazanarak yürümek önemlidir.

    Emredende olması gereken ikna kabiliyeti, ki siz buna kandırma sanatı da diyebilirsiniz, insanların düşünce zaaflarından istifade ile fikirlerini çelmeye yarar.

    Çalışanların, başlarında bulunan liderin çalışkanlığının ve ahlakî özelliklerinin asgari şartlarını taşımadıkları bir yerde hiçbir iş üretilemez.

    Her ne kadar liderin önemi çok büyükse de başarı hiçbir zaman bir tek kişinin eseri sayılamaz. Netice itibariyle başarılar teşkilat üyelerinin birlikte gayret ve çalışmalarının bir sonucudur.

    Sadece idarenin genel kurallarına uyarak sevk ve idare edebilmek mümkün değildir diyoruz. Zira her olay her durum mutlak surette birbirinden farklıdır. O hâlde her durum ve şartta en iyisini yapabilmek kuralların çok ötesinde incelikle düşünülmüş kararlara bağlıdır.

    İdarede olaylar genellikle birbirleriyle bağlantılıdır ve peşi peşine cereyan eder. İyi bir sevk ve idare kabiliyetine sahip lider, devam edip giden olaylara seyirci kalmaz. Gerektiği yer ve zamanda gerektiği şekilde müdahale ederek olayları istediği yöne çevirir. Olayların arkasından giden lider olamaz; olsa olsa maiyet olur. Gerçekte, olayların peşinden sürüklenip giden idare etmiyor; idare ediliyordur.

    Olaylara geniş gözlükle bak fakat harekete geçtiğinde tam kalbinden dal.

    Taşrada cereyan eden olaylar merkezde olanların gözünde olduğundan fazla büyütülür.

    Olayların sadece görünen sebeplerine bakıp işe girişen yanılır.

    İdarede hiçbir olay deprem gibi aniden olmaz; anlayan için onun gelişinin belirtileri vardır. Dikkatli bir lider daima uyanık olur ve yaklaşmakta olan belirtilerden rüzgârın arkasından yağmurun geleceğini bilmek gibi nasıl bir olayın meydana geleceğini anlar ve ona göre tedbirini alır.

    Ele geçirmeyi düşündüğün hedefe doğru her safhayı hesaplı adımlarla yürürken, genel gelişmelerden yön verme imkânın olanlara çeşitli müdahalelerle, olmayanlardan istifade etmeye çalışarak istediğin sonuca ulaşabilirsin.

    İstediğini gerçekleştirebilmek; olayların evveliyatını bilmek ve sonuçlarının nereye varacağını tahmin edip ona göre icraatta bulunmakla mümkündür.

    Uzak geleceği tahmin eden, yakın geleceği iradesiyle şekillendiren bir lider, hedefine emin adımlarla ilerler.

    Maksadına, duruma göre bazen büyük bir çabukluk, bazen büyük bir yavaşlıkla adım adım ilerle. Her şeyden önce, giriştiğin işlerde şaşmaz bir bütünlük, anlaşılmaz bir sır ve hedef olmayan bir hareket tarzını benimse. Rakiplerini öyle kıstır ki, onlar artık durumu öğrendiklerinde iş işten geçmiş olsun.

    Kalkmasını bilirsen, tökezleyerek de yol alabilirsin.

    Aklın ve gerçeğin kılavuzluğunda yürü.

    Bahanelere sarılmadan başarıyı ara. Bulacaksın!

    İlerlemek istiyorsan kendine bir örnek seç; ama yapacağın şey onu taklit etmek değil kendi kabiliyetinle onun başarılarına erişemeye çalışmaktan ibarettir.

    Maharetinin esrarlı ışıklarıyla süsleyerek yürüdüğün yolda, vücuda getirdiğin eserlerin göz kamaştırıcı parlaklığında ve gölgede bıraktığın rakiplerinin kıskançlık bakışları altında halkına güzel bir gelecek sağlayabilmişsen ne mutlu sana.

    İçinde bulunduğun şartları değerlendirmede ormanda tek başına yaşama savaşı veren adam gibi ol, karşılaştığın engelleri bertaraf etmede, kayaları kaldıran, binaları deviren herkül gibi ol.

    Bazen öyle durumlarla karşılaşırsın ki, vereceğin her karar mutlaka hatalı olacaktır. Böyle durumlarda yapılacak en doğru şey, son ana kadar beklemek ve bunlardan en az hatalı olan kararı vermektir.

    Kendi amacını kavramada göstereceğin kesinlik, planlarını gerçekleştirmedeki kabiliyetin, uygulamadaki ağzı sıkılığın ve hareketlerindeki çabukluğun seni hedefine ulaştıracaktır.

    Son amaca doğru ilerleyişte tali başarısızlıklar olabilir. Böyle durumlar olağan sayılmalıdır. Zira her iş tamı tamına planlandığı gibi olmaz. Bunlar insanın azmini kırmamalı, kararlılık ve sabırla yola devam edilmelidir.

    Bazen asıl hedefe ulaşmada da başarısız olabilirsiniz. Böyle durumlarda ilk yapılacak şey öfke ve küfür değil, doğru dürüst geri çekilme olmalıdır. Kişi metin olmalı, kendisine olan saygısını muhafaza etmeli, çalışanlara da aynı duyguları aşılayarak dağınıklığı ve düzensizliği önlemelidir.

    Sonra sen her giriştiğin mücadeleden galibiyetle çıkacağını zannetme. Yaptığın her işte kaybetme ihtimalin daima vardır. Sen ne kadar en doğruyu yapmaya çalışsan da bazen zorunluluk duyguları hâkim olur; zaafının kalbinde uyandırdığı endişeler ve seni sürükleyen alınyazısının gölgesi altında talihin döndüğünü ve en kahredici mağlubiyetin seni gelip bulduğunu görürsün.

    Bazen zaman ve olayların ezici, bunaltıcı ağırlığı bir kâbus gibi ruhuna çöker… Zarar göreceğin, içinden çıkamayacağın endişesi bir kurt gibi kemirir içini; gecenin karanlığında yolunu kaybetmiş bir çöl yolcusu gibi hissedersin kendini… O zaman yapacağın tek şey, ne olursa olsun deyip doğru bildiğini yapmaktır.

    İşler kördüğüm olduğu zaman… Felaketler üst üste geldiği zaman… Sıkıntıdan başın döndüğü zaman… O günün dehşetini sen bilir misin? O gün kendini kaybedenlerin vay hâline!

    Çaresizlik içinde kıvrandığın zaman… Kimseden yardım görmediğin zaman… Allah’ım nedir bu başıma gelen? diye feryat ettiğin zaman… O günün dehşetini sen bilir misin? O gün kendini kaybedenlerin vay hâline!

    İşte o gün önce Yüce Allah’a dua et. Sonra tahammül kudretini güçlendir. Bugünlerin de geçeceğini düşün, iradene sahip ol, kendini toparla ve sağlıklı karar vermeye bak.

    Zorlukların girdabında çaresizlik içinde kıvrandığında… Ümitsizlik, bir karabulut gibi çöktüğünde… Ve tahammül kudretinin bittiğinde... Yüce Allah’ın sana yardım ettiğini ve talihinin döndüğünü göreceksin.

     Recep Muhlis GÜR
     Mülkiye Başmüfettişi
     15 Eylül 2014 ANKARA